eğer gördüklerim görmediklerimin teminatı ise şu hayatta,
yandığımın resmidir. hayatımın bundan sonrasını doktor kontrolü altında
geçirmem gerekebilir. zira bu “gurbet elde bir hal geldi başımaaaaa” diye
inlemem boşa değil a dostlar!
“bi yaşıma daha girdim” dedirten olaylar serime her gün yeni
bir parça ekleyerek über-fantastik bir koleksiyon sahibi olmaya doğru usain
bolt hızında ilerliyorum.
***
kapitalizmin nelere kadir olduğunu anlamak için teorisyen,
sosyolog okumak yetmiyor, resmen yerinde görülmesi gereken hayat deneyimleri
var. bunlardan biri de “adios” isimli dergi. e bu ne şimdi demeyin, şansınızı
deneyin, milli piyango!
bu adios dergisi ne blue jean kıvamında bir gençlik dergisi
ne de sızıntı gibi gerilim öyküleri içeriyor. mevzu ettiğim dergi ölenle
ölmeyen, ölüyü sıkıp para çıkartan nadide bir eser. evet! evet! bildiğin
ölümden para kazanan bir dergi. cenaze piyasasının fhm’i.
adios, öldüğünüzde arkanızda kalacakların katılacağı törenin
nasıl olmasından, gömüleceğiniz tabutun hangi ağaçtan olacağına, mezarınıza
konulacak çiçeğin türünden mezar taşında yazılacak şarkı sözü, şiir ya da resime kadar size derya deniz örnekler sunan bir gayya kuyusu. ve
yineliyorum: derginin adı “adios” (hoşça kal)
***
arkadaşımın babaannesinin cenazesinden yürüttüğü elimdeki
sayısı derginin 77. sayısı imiş, 2009’da 13. yılını kutlamış. şu an 15 yaşında.
dergi kapağa tabut çiçeklerini taşımış. “araştırma +
geliştirme: çiçekler” isimli dosyada türlü türlü çiçekler, bu çiçeklerden yaratılan
envai çeşit kombinasyonlar var.
dosya konusu çiçekler olduğu için her sayfada mezarlıklarda
çekilmiş örnek fotolar var. yani çiçekler için modeller diğer her şeyde olduğu
gibi ölüler. ölüye bu topraklarda da rahat yok anlayacağınız. işin en manyak
kısmı ise bu reklamlardaki tabutların sahiplerinin ailelerine dergi ya da
reklamcı firma tarafından ücret ödeniyor oluşu. el yükselten kısmı ise aile
fertlerinin buna evet demiş olmaları. sorsan iki fatiha okumamışlardır mezarın
başında ama parayı löp löp yiyorlar. vefa da görüldüğü üzere bir semt adı
canlar taaa buralarda da.
***
derginin ilerleyen sayfalarında çeşitli cenaze törenlerinden
görüntüler var. ilk görüşte ölüye dair bir şeyler yazıyor sanabilirsiniz.
sonuçta kötü olsak bile konu ölüm olunca hepimiz meleğe dönüyoruz, aklımıza
şeytanlık gelmiyor. okuyunca işin aslında öyle olmadığını daha ilk cümlede
anlıyorsunuz:
“jesus alfonzo o kadar şahane bir hayat yaşadı ki öldükten
sonra en kaliteli tabutu, en güzel kokan çiçekleri ve adına yakışan törenle uğurlandı.
bilmem ne isimli firma son gününüzü de öncekiler gibi şahane geçirmeniz için
var.”
pes! pes ki ne pes! insanlık öleli çok olmuş anacım. cenaze
töreni de bu firmalarca düzenlenmiş, paralar cukkalanmış, belli.
çiçek demiştik ya, dergi kusturana kadar her türlü saçma ve
gereksiz bilgiyi sayfalarına taşımış. yok, şu çiçek şöyle kokar, ölü bu kokuyla
mest olur gibi yalanları peşi sıra dizmiş, her cümleyi de alanının en iyisi
olduğunu iddia eden şirketlerin abuk sabuk cümleleriyle bitirmiş.
çiçek faslı bitince bu kez de tabut faslı başlıyor.
“maun mu istersiniz çam mı? siber tasarımlardan mı
hoşlanırsınız klasik mi? yeni modellerimizi görmek ister misiniz? en son
teknolojiyle donatılmış tabut taşıma araçları konusunda en iyisini kullanmaya
başlayana kadar yine tek adres biziz…”
insana daha beşinci sayfada asabiyet basıyor. kazara burada
ölsem başıma gelecekleri düşünüp azap çekiyorum. (beni köyümün yağmurlarından yıkasınlaaar! yıkasınlaaar!)
ölenle ölünmüyor ama… ölü aileye de bu firmalara da yol, su
ve elektrik olarak dönmeyi sürdürüyor. allah bereket versin tabi de rahmetli
ölmeyeydi iyiydi.
***
çiçek dedik, tabut dedik, sıra geldi törene. adı batasıca
firmalar bu konuda da kırk takla atmaya hazırlar. o kadar ki görenin öldüğünüze
değil de doğum günü kutladığınıza kalıbını basacağı cinsten tören menüleri var.
isterseniz ölmeden önce seçiyorsunuz. ama “ben nasılsa ölü olucam, bari
arkamdakilerin keyfi olsun” derseniz partinin içeriğini, dansözün içinden
çıkacağı pastayı, törende milyonlar verip birkaç saatliğine kullanılacak
çiçekleri, yiyecekleri ve şarabın markasını geride kalanlara bırakabilirsiniz.
dergide ailesiyle bu firmaların mağazalarından birine gelmiş
bir adamla küçük söyleşi var. ben abartıyorum sanıyorsanız kendisine kulak
verelim:
“hepimiz bir gün öleceğiz ve tanrı’nın yanına gideceğiz.
düşündüm ki öldüğümde ailem mutlu bir cenaze töreni geçirsin, eğlensin, benim
hakkımda güzel hikâyeler anlatsınlar. tanrı için ne kadar çalıştığımı
söylesinler. eminim ki söylenen bütün güzel şeyleri hissedeceğim. tanrının
yanına gitmeyi beklerken rahat uyumak istiyorum. bu nedenle maun bir tabut
seçtim. gül en sevdiğim çiçek. mozart çalınması için konuştuk, en sevdiğim
besteci. eşim de bach seviyor. flamenko da olsun istiyoruz. görevli arkadaşlar
çok sıcakkanlılar, her türlü isteğimizi iki etmiyorlar. huzur içinde
uyuyacağıma inanıyorum.”
insanın mezarında ters dönesin inşallah diyesi geliyor ama
ölmemiş olsa bile ölünün arkasından konuşulmaz. hem dergi 2009’un, belki de
ölmüştür kim bilir. lakiinnnnn!! bu ne kafası carlos dayı? ne aldın gelmeden?
hepsini geçtim de bu huzurla uyuyacağımı biliyorum nedir beyefendi? vaktiyle
refah partisi’ne mi oy verildi? nedir bu kendinden ve kabir azabından
yırtacağına bu denli emin olmalar? ne biçim insanlarsınız siz ailecek? nasıl bi
manyaklıktır bu? biz ölüm deyince tir tir titrerken sen nasıl oluyor da
cenazemde flamenko çalınsın filan diyorsun? ne biçim bi ailesiniz siz?
neyse, sakin…
adios’un sayfalarında ispanya’nın çeşitli bölgelerinde
tarihi mezarların fotoğrafları ve hikâyeleri var. hepsi o kadar üfürük
hikayeler ki. ancak hepsinin hikâyesi bir firmanın aynı bu tarihi ve
yüzyıllık/binyıllık mezarlar kadar sağlam mezarlar ve tabutlar yaptığını
anlattığı propaganda cümleleriyle bitiyor. artık bu ölüsevici firmalar ne kadar
para bayıldılarsa dergiye objektiflik/subjektiflik filan buhar olmuş.
utanmasalar en acısız ölümü de onlarla yaşayacağımızı iddia edecekler. ah be
yüro sen nelere kadirsin.
***
geldik mezar taşlarını hassan koyun mu sandın kısmına. bu üç
sayfa şiir ve şarkı sözlerine ya da deyimlere ayrılmış. dergi çeşitli mezar
taşlarından alıntıladığı örnekler sunuyor, ardından da ama hala kullanılmamış
binlerce dize var diyor. burada ben mavi ekran verdim. o kadar diyorum.
şiirlerin hepsi hayatın kutsallığı, yüceliği, muhteşemliği,
tanrının ne kadar şahane biri olduğu, ölümün bir son değil aslında bir
başlangıç olduğunu iddia eden örnekler. gören yerinde görmüş sanır, o kadar
emin konuşuyorlar. ben dayanamayıp bi mail atarak, “kardeş gidenlerden deneyim
aktarımı mı aldınız” diye sormayı planlıyorum. hayır, yani öyleyse buna göre
plan yapacağım hayatımın geri kalanında.
dergide karikatür de var. te alam! karikatürlerden birinde
iki mezardan birindeki rahmetli “ölü kokusu alıyorum” diyor yanındakine. diğer
rahmetli de “ben değilim” diyor. keh keh keh! aman ne komik! salih memecan bile
bundan iyisini yapıyor.
diğer karikatürde de yine aynı rahmetli “yine aynı kâbusu
gördüm” diyor. yanıt: “o zaman hala canlısın!” neremle güleyim ben buna?
neremle gülsem ölünün arkasından kötü kötü konuşmamış olurum? bilmiyorum.
daha fazla anlatamayacağım. zira kalan sayfalarda ölümle ve
cenazelerle ilgili kitap, film tanıtımları, okur mektupları ve meşhurların ölüm
hikâyeleri var. nekforilinin dibine nasıl vurulur work-shop’ü gibi.
arka iç kapakta da yakılmak isteyenler için en son
teknolojik gelişmelere dair reklamlar. ah amy sen bu dergiyi okumanda göçtün
ya, peh ki peh!
***
adios bi acayip kafaların dergisi. ispanya’da her cenaze
töreninde ücretsiz dağıtılıyormuş, tıpkı metroda dağıtılan beleş gazeteler
gibi. dergi görevlisi ölenin yakınlarına baş sağlığı dileyip dergiyi
sıkıştırıyormuş ellerine. vallahi dilim tutuldu bunu duyduğumda. insanlığımdan
utandım, allah’a sarıldım, aziz mübarek gün.
böyleyken böyle ramazan pidelerim. bu yazıda şairin iki ana fikri
var:
ilki, six feed under’da gördüğümüz her şey doğruymuş anacım.
holivud bazen insanlara gerçeği de söylüyormuş. (ayrıca dergide bu alanda
çalışan firmaların görevlilerinin yüzlerinde hep bi o six feet under’daki
annenin suratındaki meymenetsizlik var. buradan bile dizi alkışı hak ediyor.)
ikincisi yüzyıllardır bizi uyuttukları “bir anadolu masalı”
yalanmış. eğer sevgili ve yalnız ülkemizde adios dergisi olsaymış kefenlerin
hepsine envai çeşit cep dikermiş. zengin ile fakir aynı toprağın altına ama farklı
ağaçlardan yapılmış tabutlarla giriyormuş. ölüm bile zengine farklı fakire
farklıymış.
sosyal mesajımı da verdiğime göre bu yazı burada biter. bir
mani ile…
ölüm allah’ın emri de şu ayrılık olmasaydı…
hayırlı ramazanlar.
Departures filmi geldi aklıma. http://www.imdb.com/title/tt1069238/ Oradaki durum daha bir değişikti tabi. O kadar değişik, farklı kalitede, farklı pahada tabut, özenli merasimler falan ama en sonunda aynı krematoryuma giriyordu tabutlar. En azından bir Japon maneviyatçılığı vardı. Ama bu Adios hakikaten fena tırsıttı beni gece gece.Hele hele karikatür meselesi. Allah düşmanıma vermesin :)
YanıtlaSildergiye katlilarda bulunmak isterim...sahsen insanlarin ote taraftaki ihtiyaclari icin adiosbanktan visa yada master cardda verilemez mi? bu konuda en azindan bi calisma olsa olen sanki bi daha iyi ki olmusim der diye dusunuyorum
YanıtlaSilerdem, adios aklımızın alamayacağı bir yaratıcılık örneği. gerilim filmi tadında. her şey bi acayip. ölmeden önce okunması gereken 100 dergiden biri gibi. hahahahaha!
YanıtlaSilhakan, dilersen mail adresi vereyim de iletişime geç. "anadolu'dan ölünüm" diye köşe yaparsın. :P
sayın yazar, yazılarınızı ibret ve beğeniyle okuyorum. yazmaya devam ediniz.
YanıtlaSilDerginin nesine bu kadar şaşırıyorsunuz anlayamadım.
YanıtlaSilHayatımızla ilgili onca ıvır zıvır bilgiler içeren dergiler varken ölüm/cenaze konularıyla ilgili bir derginin olması bence şaşırtıcı değil. Ölüm de hayatın bir gerçeği ve toplumlara göre değişen törenleri var. Bu törenler de bedava değil. Yaşarken para ödeyen insan, ölmemek için para ödeyen, kapitalizmin tutsağı olan insan elbette öldükten sonra da para ödemeye devam edecek.
Arkeoloji bilimi ölüleri oradan oraya sürükleyip, cam fanuslar altında müzelerde gösterirken hiç sorun yok mudur?
hahahahahaha!!!
YanıtlaSilgecen kis kanadanyamizin bir mezarligina gittik de orda birisi dedi ki, hani su tablet ekranlar var ya onlardan koyuyolarmis mezarlara, aaa bi de kamera hani mezarin sahipleri olenin mezarini gormek isterse diye...
YanıtlaSiliyice delirmis olabilir mi insanlik? olumle halledilemeyen bu mesele neler yaptiracak bakalim. ben de abd'de de bir adamin vasiyeti uzerine mezarina telefon baglatildigini okumustum. o zamanlar zaytung da yoktu henuz. (:
YanıtlaSil