2 Ağustos 2011 Salı

adios!: cepsiz kefenlere giren...


eğer gördüklerim görmediklerimin teminatı ise şu hayatta, yandığımın resmidir. hayatımın bundan sonrasını doktor kontrolü altında geçirmem gerekebilir. zira bu “gurbet elde bir hal geldi başımaaaaa” diye inlemem boşa değil a dostlar!

“bi yaşıma daha girdim” dedirten olaylar serime her gün yeni bir parça ekleyerek über-fantastik bir koleksiyon sahibi olmaya doğru usain bolt hızında ilerliyorum.


***

kapitalizmin nelere kadir olduğunu anlamak için teorisyen, sosyolog okumak yetmiyor, resmen yerinde görülmesi gereken hayat deneyimleri var. bunlardan biri de “adios” isimli dergi. e bu ne şimdi demeyin, şansınızı deneyin, milli piyango!

bu adios dergisi ne blue jean kıvamında bir gençlik dergisi ne de sızıntı gibi gerilim öyküleri içeriyor. mevzu ettiğim dergi ölenle ölmeyen, ölüyü sıkıp para çıkartan nadide bir eser. evet! evet! bildiğin ölümden para kazanan bir dergi. cenaze piyasasının fhm’i. 

adios, öldüğünüzde arkanızda kalacakların katılacağı törenin nasıl olmasından, gömüleceğiniz tabutun hangi ağaçtan olacağına, mezarınıza konulacak çiçeğin türünden mezar taşında yazılacak şarkı sözü, şiir ya da resime kadar size derya deniz örnekler sunan bir gayya kuyusu. ve yineliyorum: derginin adı “adios” (hoşça kal)

***

arkadaşımın babaannesinin cenazesinden yürüttüğü elimdeki sayısı derginin 77. sayısı imiş, 2009’da 13. yılını kutlamış. şu an 15 yaşında.

dergi kapağa tabut çiçeklerini taşımış. “araştırma + geliştirme: çiçekler” isimli dosyada türlü türlü çiçekler, bu çiçeklerden yaratılan envai çeşit kombinasyonlar var.

dosya konusu çiçekler olduğu için her sayfada mezarlıklarda çekilmiş örnek fotolar var. yani çiçekler için modeller diğer her şeyde olduğu gibi ölüler. ölüye bu topraklarda da rahat yok anlayacağınız. işin en manyak kısmı ise bu reklamlardaki tabutların sahiplerinin ailelerine dergi ya da reklamcı firma tarafından ücret ödeniyor oluşu. el yükselten kısmı ise aile fertlerinin buna evet demiş olmaları. sorsan iki fatiha okumamışlardır mezarın başında ama parayı löp löp yiyorlar. vefa da görüldüğü üzere bir semt adı canlar taaa buralarda da.

***

derginin ilerleyen sayfalarında çeşitli cenaze törenlerinden görüntüler var. ilk görüşte ölüye dair bir şeyler yazıyor sanabilirsiniz. sonuçta kötü olsak bile konu ölüm olunca hepimiz meleğe dönüyoruz, aklımıza şeytanlık gelmiyor. okuyunca işin aslında öyle olmadığını daha ilk cümlede anlıyorsunuz:

“jesus alfonzo o kadar şahane bir hayat yaşadı ki öldükten sonra en kaliteli tabutu, en güzel kokan çiçekleri ve adına yakışan törenle uğurlandı. bilmem ne isimli firma son gününüzü de öncekiler gibi şahane geçirmeniz için var.”

pes! pes ki ne pes! insanlık öleli çok olmuş anacım. cenaze töreni de bu firmalarca düzenlenmiş, paralar cukkalanmış, belli.

çiçek demiştik ya, dergi kusturana kadar her türlü saçma ve gereksiz bilgiyi sayfalarına taşımış. yok, şu çiçek şöyle kokar, ölü bu kokuyla mest olur gibi yalanları peşi sıra dizmiş, her cümleyi de alanının en iyisi olduğunu iddia eden şirketlerin abuk sabuk cümleleriyle bitirmiş.

çiçek faslı bitince bu kez de tabut faslı başlıyor.

“maun mu istersiniz çam mı? siber tasarımlardan mı hoşlanırsınız klasik mi? yeni modellerimizi görmek ister misiniz? en son teknolojiyle donatılmış tabut taşıma araçları konusunda en iyisini kullanmaya başlayana kadar yine tek adres biziz…”

insana daha beşinci sayfada asabiyet basıyor. kazara burada ölsem başıma gelecekleri düşünüp azap çekiyorum. (beni köyümün yağmurlarından yıkasınlaaar! yıkasınlaaar!)

ölenle ölünmüyor ama… ölü aileye de bu firmalara da yol, su ve elektrik olarak dönmeyi sürdürüyor. allah bereket versin tabi de rahmetli ölmeyeydi iyiydi.

***


çiçek dedik, tabut dedik, sıra geldi törene. adı batasıca firmalar bu konuda da kırk takla atmaya hazırlar. o kadar ki görenin öldüğünüze değil de doğum günü kutladığınıza kalıbını basacağı cinsten tören menüleri var. isterseniz ölmeden önce seçiyorsunuz. ama “ben nasılsa ölü olucam, bari arkamdakilerin keyfi olsun” derseniz partinin içeriğini, dansözün içinden çıkacağı pastayı, törende milyonlar verip birkaç saatliğine kullanılacak çiçekleri, yiyecekleri ve şarabın markasını geride kalanlara bırakabilirsiniz.

dergide ailesiyle bu firmaların mağazalarından birine gelmiş bir adamla küçük söyleşi var. ben abartıyorum sanıyorsanız kendisine kulak verelim:

“hepimiz bir gün öleceğiz ve tanrı’nın yanına gideceğiz. düşündüm ki öldüğümde ailem mutlu bir cenaze töreni geçirsin, eğlensin, benim hakkımda güzel hikâyeler anlatsınlar. tanrı için ne kadar çalıştığımı söylesinler. eminim ki söylenen bütün güzel şeyleri hissedeceğim. tanrının yanına gitmeyi beklerken rahat uyumak istiyorum. bu nedenle maun bir tabut seçtim. gül en sevdiğim çiçek. mozart çalınması için konuştuk, en sevdiğim besteci. eşim de bach seviyor. flamenko da olsun istiyoruz. görevli arkadaşlar çok sıcakkanlılar, her türlü isteğimizi iki etmiyorlar. huzur içinde uyuyacağıma inanıyorum.”

insanın mezarında ters dönesin inşallah diyesi geliyor ama ölmemiş olsa bile ölünün arkasından konuşulmaz. hem dergi 2009’un, belki de ölmüştür kim bilir. lakiinnnnn!! bu ne kafası carlos dayı? ne aldın gelmeden? hepsini geçtim de bu huzurla uyuyacağımı biliyorum nedir beyefendi? vaktiyle refah partisi’ne mi oy verildi? nedir bu kendinden ve kabir azabından yırtacağına bu denli emin olmalar? ne biçim insanlarsınız siz ailecek? nasıl bi manyaklıktır bu? biz ölüm deyince tir tir titrerken sen nasıl oluyor da cenazemde flamenko çalınsın filan diyorsun? ne biçim bi ailesiniz siz?

neyse, sakin…

adios’un sayfalarında ispanya’nın çeşitli bölgelerinde tarihi mezarların fotoğrafları ve hikâyeleri var. hepsi o kadar üfürük hikayeler ki. ancak hepsinin hikâyesi bir firmanın aynı bu tarihi ve yüzyıllık/binyıllık mezarlar kadar sağlam mezarlar ve tabutlar yaptığını anlattığı propaganda cümleleriyle bitiyor. artık bu ölüsevici firmalar ne kadar para bayıldılarsa dergiye objektiflik/subjektiflik filan buhar olmuş. utanmasalar en acısız ölümü de onlarla yaşayacağımızı iddia edecekler. ah be yüro sen nelere kadirsin.

***


geldik mezar taşlarını hassan koyun mu sandın kısmına. bu üç sayfa şiir ve şarkı sözlerine ya da deyimlere ayrılmış. dergi çeşitli mezar taşlarından alıntıladığı örnekler sunuyor, ardından da ama hala kullanılmamış binlerce dize var diyor. burada ben mavi ekran verdim. o kadar diyorum.

şiirlerin hepsi hayatın kutsallığı, yüceliği, muhteşemliği, tanrının ne kadar şahane biri olduğu, ölümün bir son değil aslında bir başlangıç olduğunu iddia eden örnekler. gören yerinde görmüş sanır, o kadar emin konuşuyorlar. ben dayanamayıp bi mail atarak, “kardeş gidenlerden deneyim aktarımı mı aldınız” diye sormayı planlıyorum. hayır, yani öyleyse buna göre plan yapacağım hayatımın geri kalanında.

dergide karikatür de var. te alam! karikatürlerden birinde iki mezardan birindeki rahmetli “ölü kokusu alıyorum” diyor yanındakine. diğer rahmetli de “ben değilim” diyor. keh keh keh! aman ne komik! salih memecan bile bundan iyisini yapıyor.

diğer karikatürde de yine aynı rahmetli “yine aynı kâbusu gördüm” diyor. yanıt: “o zaman hala canlısın!” neremle güleyim ben buna? neremle gülsem ölünün arkasından kötü kötü konuşmamış olurum? bilmiyorum.

daha fazla anlatamayacağım. zira kalan sayfalarda ölümle ve cenazelerle ilgili kitap, film tanıtımları, okur mektupları ve meşhurların ölüm hikâyeleri var. nekforilinin dibine nasıl vurulur work-shop’ü gibi.

arka iç kapakta da yakılmak isteyenler için en son teknolojik gelişmelere dair reklamlar. ah amy sen bu dergiyi okumanda göçtün ya, peh ki peh!

***

adios bi acayip kafaların dergisi. ispanya’da her cenaze töreninde ücretsiz dağıtılıyormuş, tıpkı metroda dağıtılan beleş gazeteler gibi. dergi görevlisi ölenin yakınlarına baş sağlığı dileyip dergiyi sıkıştırıyormuş ellerine. vallahi dilim tutuldu bunu duyduğumda. insanlığımdan utandım, allah’a sarıldım, aziz mübarek gün.

böyleyken böyle ramazan pidelerim. bu yazıda şairin iki ana fikri var:

ilki, six feed under’da gördüğümüz her şey doğruymuş anacım. holivud bazen insanlara gerçeği de söylüyormuş. (ayrıca dergide bu alanda çalışan firmaların görevlilerinin yüzlerinde hep bi o six feet under’daki annenin suratındaki meymenetsizlik var. buradan bile dizi alkışı hak ediyor.)

ikincisi yüzyıllardır bizi uyuttukları “bir anadolu masalı” yalanmış. eğer sevgili ve yalnız ülkemizde adios dergisi olsaymış kefenlerin hepsine envai çeşit cep dikermiş. zengin ile fakir aynı toprağın altına ama farklı ağaçlardan yapılmış tabutlarla giriyormuş. ölüm bile zengine farklı fakire farklıymış.

sosyal mesajımı da verdiğime göre bu yazı burada biter. bir mani ile…

ölüm allah’ın emri de şu ayrılık olmasaydı…

hayırlı ramazanlar. 

8 yorum:

  1. Departures filmi geldi aklıma. http://www.imdb.com/title/tt1069238/ Oradaki durum daha bir değişikti tabi. O kadar değişik, farklı kalitede, farklı pahada tabut, özenli merasimler falan ama en sonunda aynı krematoryuma giriyordu tabutlar. En azından bir Japon maneviyatçılığı vardı. Ama bu Adios hakikaten fena tırsıttı beni gece gece.Hele hele karikatür meselesi. Allah düşmanıma vermesin :)

    YanıtlaSil
  2. dergiye katlilarda bulunmak isterim...sahsen insanlarin ote taraftaki ihtiyaclari icin adiosbanktan visa yada master cardda verilemez mi? bu konuda en azindan bi calisma olsa olen sanki bi daha iyi ki olmusim der diye dusunuyorum

    YanıtlaSil
  3. erdem, adios aklımızın alamayacağı bir yaratıcılık örneği. gerilim filmi tadında. her şey bi acayip. ölmeden önce okunması gereken 100 dergiden biri gibi. hahahahaha!

    hakan, dilersen mail adresi vereyim de iletişime geç. "anadolu'dan ölünüm" diye köşe yaparsın. :P

    YanıtlaSil
  4. sayın yazar, yazılarınızı ibret ve beğeniyle okuyorum. yazmaya devam ediniz.

    YanıtlaSil
  5. Derginin nesine bu kadar şaşırıyorsunuz anlayamadım.

    Hayatımızla ilgili onca ıvır zıvır bilgiler içeren dergiler varken ölüm/cenaze konularıyla ilgili bir derginin olması bence şaşırtıcı değil. Ölüm de hayatın bir gerçeği ve toplumlara göre değişen törenleri var. Bu törenler de bedava değil. Yaşarken para ödeyen insan, ölmemek için para ödeyen, kapitalizmin tutsağı olan insan elbette öldükten sonra da para ödemeye devam edecek.

    Arkeoloji bilimi ölüleri oradan oraya sürükleyip, cam fanuslar altında müzelerde gösterirken hiç sorun yok mudur?

    YanıtlaSil
  6. gecen kis kanadanyamizin bir mezarligina gittik de orda birisi dedi ki, hani su tablet ekranlar var ya onlardan koyuyolarmis mezarlara, aaa bi de kamera hani mezarin sahipleri olenin mezarini gormek isterse diye...

    YanıtlaSil
  7. iyice delirmis olabilir mi insanlik? olumle halledilemeyen bu mesele neler yaptiracak bakalim. ben de abd'de de bir adamin vasiyeti uzerine mezarina telefon baglatildigini okumustum. o zamanlar zaytung da yoktu henuz. (:

    YanıtlaSil